AKIL TUTULMASI VE BASİRETİN BAĞLANMASI

“Akıl Tutulması” kavramı , “Güneş Tutulması”, “Ay Tutulması” olaylarından ilham alınarak inşa edilmiş bir kavramdır. Güneş Tutulması olayında, dünya ile güneş arasına ay girdiği için bizler, güneşten gelen aydınlıktan, ışıktan mahrum kalırız. Güneş tutulunca, dünyamıza karanlık çöker. Aynı durum Ay Tutulmasında da kendini gösterir. Bu kez, dünyamız Ay ile Güneş arasına girince, Ayın üzerine karanlık çöker ve Ay, Güneşten gelen ışıktan mahrum kalır. Böylece “Ay Tutulması” gerçekleşmiş olur. Bu her iki tutulmada da güneş ışığına mani olunmaktadır. Bundan yola çıkarak, “Akıl Tutulması” dediğimiz şeyin nasıl gerçekleştiğini analiz edelim. Zaman-zaman günlük tartışmalarda birilerini suçlarken, “Akılsız” ya da “basiretsiz” kavramlarını kullanırız. “Akılsız” dediğimiz kişi, aslında aklı olmayan kişi demek değildir. Aklı vardır ancak, aklını kullanmamaktadır. Aklı çalıştıran fonksiyonlar, işletilmemektedir. Görmek istediğimiz, değerlendirmek istediğimiz olay ya da olgu ile Akıl arasında bir engel bir mania vardır ki, rasyonel düşünemiyor ve akıllıca yaklaşamıyoruz. Buna biz “Akıl Tutulması” diyoruz. “Akıl Tutulması”, aklın fonksiyonel olmaması, rasyonel düşünmemesi demektir. Akıl ile aklı besleyen gıda arasına bir engel koyar ve onu besininden, gıdasından mahrum bırakırsanız, akıl fonksiyonelliğini yitirir ve böylece “Akıl Tutulması” gerçekleşmiş olur. Midenin gıdası nasıl ki yeme ve içme ise, aklın gıdası da ilim ve hikmettir. Akıl ile ilim ve hikmet arasına girip, aklı fonksiyonel olmaktan çıkarıp, akıl tutulmasına sebep olan parametreler nelerdir? Bunlar hiç kuşkusuz; Sembolü taş olan Kibir ve gurur ile Ruhumuzu zehirleyen haset, kıskançlık ve nefret gibi duygulardır. Bu duygular, Akıl ile ilim ve hikmet arasına girince, aklın üzerine bir karanlık çöker ve tıpkı Güneş Tutulmasında olduğu gibi Akıl Tutulması gerçekleşmiş olur. Akıl, gıdası olan ilim ve hikmetten yoksun kalınca fonksiyonelliğini yitirir. İlimden kastımız, İlmel Yekin, Aynel Yekin ve Hakkal Yekin mertebesindeki ilimdir. Bu ilim; araştıran, soruşturan, sorgulayan, inceleyen, analiz eden, tetkik eden, tahkik eden bir karaktere sahiptir. İlim ve hikmetten yoksun kalan bir akıl, özne değil nesne olur. Nesne durumundaki bir akıl; başkalarının gölgesi, analiz yeteneğinden yoksun, sorgulayıcı ve araştırıcı mantığı devre dışı bırakan, işlevsiz bir akıldır. Öyle bir akıl, “yok” hükmündedir.



Medeniyetimiz, kalp medeniyetidir. “Kalpten kalbe yol vardır.” “Kalp gözü” nden söz edilir. Çıplak gözle görebilmek için, ışığa ihtiyaç vardır. Işık ile göz arasına bir engel koyarsanız, görme fonksiyonu işlevsiz hale geldiği için, görme eylemi gerçekleşmez. Ayni şekilde kalp gözü işlevsiz olunca, “Basiret Bağlanması” dediğimiz durum ortaya çıkar. Basireti bağlanan kişi, realiteyi göremez, hissedemez ve yanlış kararlar verme ihtimali ağır basar. Basiretin bağlanması, basiretin tutulması şeklinde de düşünülebilir. Bu durumda da Basiret dediğimiz “kalp gözü” ile gerçeği görme, hissetme arasına bir engel, bir mania girmektedir ve basiretimiz bağlanmakta ya da tutulmaktadır ki, gerçeği göremiyor ve hislerimiz köreliyor. Basiretimizi bağlayan ve hislerimizi dumura uğratan bu engeller, kanaatimce aşırı sevgi ve/veya aşırı nefret ile haset gibi duygulardır. Bir insan aşırı derecede sevildiğinde, onun hiçbir hatası görülmez. Aksine, bir insan aşırı derecede nefret edildiğinde de, onun hiçbir iyiliği görülmez. Onun için, aşırı uçlarda gezmek her zaman tehlikelidir. “Orta yol=Vasat yol”, en ideal yoldur. Hayatımızı, orta yol üzerine inşa etmek geleceğimiz açısından son derece önemlidir.



Selim bir akıl ve kalp gözü açık bir basiretle hayatı inşa etmek, hayata bir anlam ve katma değer katar. Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Geceye yenilmeyen her kişiye ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır.” Bu ödülün farkında olmak, farkın farkına varmak bir meziyet ve düşünen insanlar için bir ayrıcalıktır.

YORUM EKLE