Bu Kente Ne Olmuş Böyle

Adam dolmuşun camından yedi yıl sonra gördüğü doğaya bakıyordu. 15 yaşından sonra hayatı zindandı.
 

Camdan dışarı bakıyordu. Kafasında bin bir çelişki, dolmuş Siverek kentine hareket ediyordu.
 

Karacadağ’ın eteklerinde koyunlarını otlatan bir çoban gördü. Uzak olduğu için yüzü seçilemiyordu. Özgür olmanın bu kadar değerli olduğunu dolmuşun arkasında sesli konuşan kızın sesinden anlıyordu. Yedi yıl boyunca annesinin sesinden başka hiçbir kadın sesi duymamıştı. Kadın sesi cinsellikten uzak özgürlüğü hatırlatıyordu kendisine. Kadın bedeni nasıl bir şeydi? Unutmuştu yaşama dair ne varsa.
 

Dolmuş hızlandıkça kafası sertçe dolmuşun camına değiyordu. Koca yedi yılı çalınmıştı. Daha çocuk yaştaydı. Tıkamıştılar dünyanın en korkunç hapishanesi olarak kabul edilen Diyarbakır zindanına..
 

Camdan bakıyordu, her şeyi merakla inceliyor, sanki küçük bir çocuk gibi yeni yeni öğreniyordu kuşların kanat çırpışını, çoban köpeklerin havlamalarını sanki ilk kez görüyordu...


Kime ne yapmıştı. Cinayet mi işlemişti? On beş yaşında ki bir çocuk hükümet için nasıl bir tehlike oluşturabilir, hükümet ondan o kadar korkmuştu ki, adı hapishane olan ama korkunç işkencelerin yapıldığı Diyarbakır zindanına. Hükümet ondan o kadar korkmuştu ki onu çocuk koğuşuna koyacaklarına adı 35 denilen hücrelere atmıştı.


Her gün hücrelerin parmaklıklarına kalaslarla vurup küfür eden asker kılıklı gardiyanlar insan çığlıkları arasında “ Allah yok, peygamber izine gitmiş” İnsan denilen yaratık nasıl bu kadar zalim, vahşi ve inkârcı olurdu. Yıllardır insanın insana yaptığı vahşeti beyninde sorguluyordu.
 

Dün gece Diyarbakır, zindanından il emniyet müdürlüğüne getirilmiş birçok açıdan fotoğrafları çekilip parmak izleri alındıktan sonra iri yarı bir polis hadi git. Git cümlesine inanamıyordu. Merdivenden hızla inerek bodruma gidiyordu ki; kapıda duran bekçi” hop hemşerim çıkış buradan”
İnanamıyordu, koca yedi yıl sonra bir gecenin karanlığında yıldızları gördüğüne inanamıyordu! Gecenin karanlığında adımlarını hızlandırdı, korkuyordu; ya yanlışlık oldu gel tekrar cezaevine deseler. Birçok kez sorguya alınmıştı ceza evinde.


Hızlandı...

İl emniyet müdürlüğünden, Dağkapıya kadar gelmişti. Tarih kokan Diyarbakır surları altında bulunan bir büfeye gidip bir sigara yaktı paranın üstünü almadan yola koyuldu ki büfeci parasının üstünü verdi. Yorgundu ruhen bedenen. Bir banka oturdu sigarasını yaktı. İlk nefaset yarıya varmıştı sigaranın ateşi, hızla savurdu dumanı karanlık gecede zor seçilen Diyarbekir surlarına.


Yüreğinde ki heyecanı bastıramıyordu. Yedi yıl sonra ilk kez görecekti ailesini ve küçede bulunan komşularını.
İlk kimi görecekti?

Yıllardır yüreğinde gizlice büyüttüğü sevdiği kızı...

Birden içine korku düştü, ya sevdiği kızı ailesi evlendirmişse. Yanında akrabaları olmazsa ilk onların küçesine gidip enikli kapıyı çalıp, sevdiği kıza ben geldim…..

Dili dönmese de gözlerle anlatacaktı ona nasıl hasret kaldığını...
Siverek yolu bu kadar uzak mıydı? Ne bitmez sonu gelmez bir yol oldu.
Sürücünün camından baktığında. Bir zamanlar köy olan şimdi şehirle bütünleşen Selimpınar’ı görür.
Yedi yıl sonra ilk kez memleketinin kokusunu alabildi. Gözleri dolmuştu. Keşke tek başına olsaydı. Doyunca ağlayacaktı bir çocuk gibi.
Dolmuş yavaşladı, burada ineceklerini yakınları söyledi. Evet, meşhur üçgen parkın yanında indiler.

 

Yıllar sonra bu kadar sivil insanı bir arada görüyordu. Evlerinin bulunduğu sokağa geldiklerinde, sıtmaya yakalanmışçasına titreyip, gözlerini kendisine refakat eden eniştesi ve teyzesinin kızından kaçırarak ağladı.


Dün gece Diyarbakır’ın meşhur Arapşeyh mahallesinde, sabaha kadar çay içmişti. Halen özgür olduğuna inanamıyordu. Bir daha böyle kaçak ve demli çay içemeyeceğinden korkarak bardaklara sarılmıştı.


Gözyaşlarını silerek doğup on beş yaşına kadar yaşadığı eve yaklaşıyorlardı. Sokakta gördüğü insanları tanımakta zorlanıyordu. Çocuk bıraktığı insanlar bebek sahibi olmuş şimdi kendi çocuklarını yetiştiriyorlardı.


Önce annesi gördü onu, zaten yedi yıl hapishane hayatında annesinden başka hiçbir yakınını görememişti. Eve yaklaşınca zılgıt sesleri ardı ardına geliyordu. Zılgıt sesiyle, diğer kadınlarda kapılara çıkmıştılar, Annesi bildiği tüm dualarla ona yaklaşıyordu. Sarıldı annesi oda sarıldı ona yedi yıl aradan sonra ilk kez annesine sarılıyordu. Görüşme günlerinde annesini hep tel örgülerin ötesinde görüyordu. Annesi onu kokluyor o annesini kokluyordu.


Sonra kardeşleri geldi. Evlenip çocuk sahibi olan kız kardeşler yeğenlerinin sümüklü yanaklarını iğrenmeden öpüyordu.
Oturdular herkes hal hatır soruyordu. O sorması gerekeni soramıyordu. Sevdiği kızı soracaktı utanıyordu.
Onun geldiğini duyan kadınlar havluda zılgıt çalarak adeta özgürlüğü selamlıyorlardı.


Derken sevdiği kızın annesi geldi, hal hatır sordu ama kızını soramadı. Kendisini ziyarete gelenlerden izin alıp. Havluya çıktı yüzünü güneşe verdi. Aklında sevdiği kızın gülüşü güneşe karıştı.


Ama soracaktı o kızı, koca yedi yıl geçti aradan ne oldu yoksa…..?

YORUM EKLE