Din ve Siyaset

Sosyal Medya'da haberlere bakınırken bir afiş dikkatimi çekti. AK Parti gençlik kolları gençleri sabah namazına davet ediyor. AK Parti genel merkez gençlik kolları tarafından daha önce 21 Aralık tarihinde yapılan bu organizasyon şimdi de Ak Parti Siverek İlçe Gençlik kolları tarafından yapılıyor. Bende kalkıp ''Din Afyon gibidir kullanmasını bilene. Sabah namazında buluşacaklarmış amaç ne? Yani sabah namazında ne için buluşuluyor? Allah rızası mı? Hiç zannetmiyorum! Yarabbi biz yanlışsak bizi, bunlar yanlış ise bunları düzelt'' dedim. 
 

     Şimdi burada dikkatinizi çekmek istediğim husus bu tür organizasyonların kişilerin veya kurumların tekeline indirgemek hele ki bu din ise eğer daha dikkat edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Evet, muhakkak ki sabah namazında ayrı bir feyiz vardır. Elbette cemaatle kılınması daha hayırlı ve sevaptır ancak siz getirip bunu bir konferansa veya bir seminere çağırıyor gibi yaparsanız hele ki bir siyasi parti ise bunu yapan işte o zaman işler daha tehlikeli olmaya başlar.

 

      Mübarek bir gece olsa anlarım, gıyabi cenaze namazı olsa anlarım, sivil bir itaatsizlik eylemi olsa anlarım ancak ortada bir şey yokken vakit namazını afişler bastırarak sosyal medya da paylaşarak çağırmak bence sadece bir siyasi propagandadır. Çağırmaksa eğer zaten Allah her gün beş vakit çağırıyor bizleri huzuruna, eğer ''Ilımlı İslam'' projeleri hayata geçirerek çağa göre İslam'ı şekillendirmenin peşinde koşanların tarihte nasıl hezimetler yaşadıklarını gördük. AK Parti iktidarında yıllarca ezilen alt sınıf ve dindarların umudu haline gelen bu oluşumun Ilımlı İslam vizyonu sayesinde iktidara geldiğini biliyoruz. Bugün köşe yazarları ve ulusal basında artık AK Parti'nin İngiltere, İsrail ve ABD projesi olduğunu, hatta bu teklifin Cumhurbaşkanı Erdoğan, rahmetli Erbakan Hoca ve rahmetli BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'na da teklif edildiği söyleniyor. Erbakan Hoca ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun reddettiği bu teklifi Cumhurbaşkanı Erdoğan kabul ediyor ve bugüne kadar gelen bir süreci hep birlikte yaşadık. 

 

        Şimdi İngiltere, İsrail ve ABD olmadan Türkiye'de iktidar olunmaz bunda hepimiz hem fikiriz ancak bunun için ne kadar bedel ödendiğini ve ne gibi tavizlerin verildiğini açıkçası bilmiyoruz. Bu zararın ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan bizleri ne derece etkilediğini zaman içerisinde göreceğiz. 
Zaman içerisinde göreceğiz diyorum çünkü daha önce bu ülkede başörtüsü tartışılırken aslında şimdi ise başörtüsü sorunu var. Bu sorun başörtüsü takıp veya takmamakla alakalı değil. Din de bir kadının nasıl giyinmesi ve örtünmesi gerektiği söylenmiştir. Bunlara rağmen AK Parti iktidarı ve Ilımlı İslam vizyonu ile değişik değişik başörtülüler ortaya çıkmaya başladı. Örtünmenin modalaştırıldığı ve bunun bile bir pazarını kuran bir ülke haline geldik. Ben kimin ne giydiği ve örtünüp örtünmediği ile ilgilenmem, karışmam ancak siz kalkıp ılımlı İslam diye insanları ayrıştırarak sınıfsal bir ayırım yapmakta neyin nesi oluyor. Mesela AK Parti'nin ılımlı İslam politikaları günümüzde evlilik, kadın cinayetleri, aile ilişkileri ve sosyal hayatımıza kadar etki eden bu projenin başarılı olduğuna sanırım hem fikiriz. Radikal İslam'dan sonra Ilımlı İslam diye ayrıştırılan toplum bir birine ciddi zararlar verirken kimi zaman bu bir iç savaşa da neden oluyor. 

 

Konu ile ilgili Ali Şeriati'nin kaleme aldığı ''Dine Karşı Din'' kitabında; Şimdiye kadar dinin karşısında 'küfr'ün bulunduğunu ve tarih boyunca savaşın din ile dinsizlik arasında gerçekleştiğini düşünen bizler için bu başlık ve ifadede bir müphemlik olması doğaldır. Tarih boyunca din, din ile savaşım vermiş ve düşündüğümüz gibi hiçbir zaman din, dinsizlik ile savaşmamıştır. Uygarlığın, düşüncenin ve felsefenin son dönemlerde belli bir noktaya gelmesi ile birlikte, Allah'ı ve yeniden dirilmeyi kabul etmeyen kimselerle zaman zaman karşılaşıyoruz. Ancak tarih boyunca bu kimseler, bir toplumsal tabaka, bir grup veya bir topluluk haline gelememişlerdir. Alexis Carrel'in söylediği gibi: "Tarihteki bütün toplumlarda, dinî bir yapı her zaman var olagelmiştir." Tanrı, peygamber ve kutsal kitap gibi dinî unsurlar, bütün toplumların sadece maneviyatının değil, şehirlerinin maddî yapılanmasının da ruhu, özü ve merkezî noktası olmuştur.'' tespiti aslında Din'in her zaman amaca ulaşmak için araç olarak kullanıldığını görüyoruz.  
 

        Dün cemaatler ve dergâhların eli ile yapılan ''din'' siyasetlerinden sonra şimdi AK Parti kimseye güvenmiyor olacak ki kendi cemaatini oluşturmaya başladı. Yazıktır, günahtır bu insanların elinde bir namazı kalmışken bunu bile kullanmaktan korkmayan siyasi bir partiden bahsediyoruz. Sosyal yapımızla, aile ilişkilerimizle bile uğraşmaktan çekinmeyen bir siyasi otorite gücünü ne kadar milletten alırsa alsın elbette bir gün o güç bitecektir. Peygamber efendimizin kurduğu İslam Devleti bile 23 yıl sürmüştür. Ak Parti'nin hep iktidarda kalacağını zannedenler acaba yarın iktidar değiştiğinde şimdi yapılan haksızlıkları bile onaylamak zorunda hisseden muhafazakârlar acaba o zaman ne yapacaklar? Bu hep böyle sürüp gidecek mi? Hiç zannetmiyorum. Bu neyin kafası ise eğer bence o kafadan bir an önce vazgeçilmelidir. Bu tür programları düzenleyenler belki saf ve temiz düşünceleri ile yapıyordur belki ama bunu kullanmak isteyen başkaları da çıkacaktır. Yüzyıllardır din adamları üzerinden yapılan din siyaseti şimdi artık farklı şekillerde kendini göstermektedir. 

Güneşin doğacağından emin olduğunuz gibi âlemlerin Rabbi'nin de nurunu tamamlayacağından şüphemiz olmamalıdır. Birilerinin ellerindeki yırtık bez parçasını güneşin önüne perde yapacağından tasa etmek ve bunun da güneşin doğmasını engelleyeceğini düşünmek ancak güneşi hakkıyla tanımamanın bir sonucu olabilir. Zaman zaman dinin varlığın kesret boyutu içinde tanımlanması ve siyasî bir anlam yüklenmesi bu tip algılama problemleri doğurmaktadır. Bu anlamda zaman zaman varlığın kesreti ve siyasetin perdesi dışına çıkıp olayları bütünlük içinde ve berrak olarak görmek çok rahatlatıcı olacaktır. 

YORUM EKLE