AKIL FONKSİYONU İLE HAYATI İNŞA ETME

“De ki ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!’ Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.(Zumer 39/9)



Akıl fonksiyonu, yaratıcının bizlere lütfettiği en önemli değerdir. Bu değerle; araştırırız, inceleriz, tetkik ederiz, tahkik ederiz ve böylece hakkı-hakikatı bulmaya çalışırız. Ancak bütün bu çalışmalar, verilen özgün, özgür, pür-saf akılla mümkün olur. Başkalarının ödünç aklıyla ve çevrede her türlü olumsuz düşüncelerle iğfal edilmiş-kirletilmiş akılla olmaz. Soran, sorgulayan, analiz eden bir akılla bu mümkün olabilir. Hayatımızın inşasında 5 kavram büyük bir önem arz etmektedir. Bunlar; malumat, bilgi, bilinç, ahlak ve karakter şeklindedir. Bu kavramlar arasında yakın bir bağ ve ilişki vardır. Malumat’ın doğruluğu-yanlışlığı belli değildir. Ancak akıl fonksiyonu devreye sokularak, yanlışlar ayıklanarak, malumat bilgiye dönüşür. Günümüz dünyasında, sosyal medya ve kulak dolgusu bilgilerin çoğu ‘malumat’ hükmündedir. Malumatı bilgi zannederek yayanlar, bilgiçlik taslayanlar, aslında ‘Malumatfuruş’ şeklinde isimlendirilirler. Bilgi, bozulmamış-tahrif edilmemiş aklın fonksiyonuyla bilince dönüşür. Bilinç de aynı şekilde, bozulmamış-tahrif edilmemiş aklın fonksiyonuyla ahlaka dönüşür. Ahlak bir tavır alıştır, bir duruştur. Ahlak ise aynı yöntemle, akıl fonksiyonu devreye sokularak, karaktere dönüşür. Bütün bu aşamalardan geçen kişilere “Karakterli insan” deriz.



Davutoğlu Duruş adlı eserinde, “ Bilginin aktarımı ve türevi olur ama aklın asla türevi olmaz. Türevleşen akıl, akıl olma niteliğini kaybeder. Kimse aklın türevine itibar etmez, aslına bakar. “Türevleşen akıl” ile kastettiğimiz, başka bir aklın ürünü olan bilgi, yorum veya tahkik etmeksizin, yani kendi aklını kullanmaksızın körü körüne bir taklit almandır. (…) Bilginin öncülü varlıktır; sonucu ise değerdir. Bilgi senin varlığının parçası kılınmış olan aklın, diğer varlıklar ve varoluşlar hakkında ulaştığı epistemolojik bir sonuçtur. Değer ise, bu bilginin bilince dönüşerek bir davranış üretecek şekilde sosyalleşmesidir. Dolayısıyla bilgi varlıktan, değer ise bilgiden kaynaklanır. Özetle diyebiliriz ki, İçselleştirilmiş malumat bilgi; Özümsenmiş yani öznenin özünden kılınmış bilgi, bilinç; Davranışsal eyleme dönüşmüş bilinç ise duruştur.” diyerek özgür ve özgün aklın önemine ve Malumat-bilgi-bilinç ve duruş arasındaki kopmaz ilişkiye vurgu yapmaktadır. Duruş dediğimiz tavır alış, aslında ahlakı yani,davranışı ifade etmektedir. Akıl fonksiyonunu devre dışı bıraktığınızda, aradaki ilişkileri sağlayacak ve dönüşümleri gerçekleştirecek başka bir bağ yoktur. Aklını kiraya verenler hatta kira bile almadan bu işlevi gönüllü yerine getirenler, kendileri olmaktan çıkarlar, bir başkası olurlar. Böyle bir davranış, yaratıcının bizlere en büyük Lütfü olan akla, en büyük kötülüktür. Yakın bir geçmişte, aklını kiraya verenlerin, akıllarından istifa edenlerin, sorgulayıcı mantıkla tüm bağlarını koparanların ülkemize ve insanımıza yaşattıkları travmaya hepimiz şahit olduk.



Olayları, olguları eşyayı kısaca varlık dünyasını anlamanın, algılamanın ve kavramanın yolu “Sahih Aklı” kullanmaktan geçer. Bir düşünür şöyle der: “Sahibine medeniyet perspektifi sağlayan her akıl, Allah-İnsan-Tabiat arasındaki ilişkileri algılama biçimidir.



İslam aklında Allah, mutlak manada inşa edici öznedir. Tabiat ise mutlak manada inşa olunan objedir. İnsan bu ikisinin arasında yer alır. İnsan Allah’tan yana inşa nesnesi, tabiattan yana inşa öznesidir. Bir başka ifadeyle, İnsan Allah’ın eseri, tabiatın müessiridir. Allah insanın aklını inşa eder, insan ise aklıyla hayatı inşa eder. Bu misyon sayesinde insan Allah’ın kulu, tabiatın efendisi konumundadır. Kulluğunu ne kadar iyi bilirse, efendiliğini de o kadar iyi yerine getirebilir. Allah’a karşı sorumluluğunun ne kadar bilincinde olursa, tabiat emanetine o derece sadık kalır.



Akıl, gerçekte Allah’ın ayetlerinin en büyüğüdür. Allah’ın ayetlerinden biri olan aklın yine O’nun ayetlerinden oluşan Vahiyle ilişkisini koparması, hem akla karşı hem de Vahye karşı bir zulümdür. Akıl göz ise Vahiy de onu görmek için muhtaç olduğu ışıktır. Işık olmadan göz göremez. Tabii ki göz olmadan da ışık bir işe yaramaz.”



Sahih akıl; düşünür, analiz eder, sorgular, tetkik eder ve tasavvur dünyasındaki objeyle Yaratıcı arasında varoluşsal, aktif, etken, etkin ve aktüel bağlar kurar. Bu yönüyle sahih akıl, selim akıldır. Selim akıl, “göz” fonksiyonunu icra ederken, Vahiy de “ışık” işlevini yerine getirir. Işığı olmayan bir gözün hiçbir fonksiyonu olmadığı gibi, görme duyusundan mahrum bir “göz”e de ışığın yararı olmaz. Dolayısıyla, Göz ve ışık birlikte anlamlıdır.



Sahih akıl ve Vahiy birlikte, Varlık dünyasının tüm olgu ve olaylarını analiz etmede ve hayatı anlamlandırmada yegane perspektiftir. Bu perspektifle her şey, yaratılış fıtratına ve formatına uygun tarzda dizayn edilir. Bu perspektifte “Burhan” vardır, “Beyan” vardır ve “İrfan” vardır.

YORUM EKLE