Al Birazda Sen Oyalan

Belçika'nın başkenti Brüksel, dün güne patlamalarla uyandı. Patlamaların hedefinde her zaman olduğu gibi yine sivil insanlar vardı. Otuz dört sivilin yaşamını yitirdiği olayda, iki yüzden fazla insan yaralandı. Daha önce de Paris'te bombalar patlamış yine sivil insanlar ölmüştü. ''Bu günleri neden yaşıyoruz. Bu İnsanlara neler oluyor? Neden kendilerine bomba bağlayıp patlatıyorlar?'' Dediğinizi duyar gibiyim. Gün gelir bu sorunuzu toplum bilimciler, psikologlar ve tarihçiler kitaplaştırıp sınıflarda ders kitabı olarak okutacaklardır. Sinema endüstrisi şimdiden kolları sıvayıp, bu günleri konu edinen filmleri piyasaya sürerek kaosu servete tahvil edecek kahramanlarını yaratacaklardır. İşte dünya böyle bir şey! Bazıları acı çeker, bazıları bu acıları servete dönüştürür.

Bu yazım, kendini patlatan insanların yaşadıkları ülkelerin yakın tarihi ile ilgili olacak.

 

1- Yıl 1979, Rus birlikleri güya Kabil'in kukla yönetiminin daveti üzerine Afganistan'ı işgal etti. İşgal tam on yıl sürdü. 1989 yılında çekildiklerinde geride bir enkaz ve on binlerce can ve mal kaybı! 
 

2- Yıl 2001, bu sefer ABD, 11 Eylül saldırılarını gerekçe göstererek Afganistan'ı işgal etti. Bu işgal 2014 yılına kadar sürdü. Yüz binleri bulan can ve mal kaybı!
 

3- Aynı Amerika, kimyasal silah bahanesiyle 2003 yılında Irak'ı işgal etti. Bir milyonu aşkın cana mal olan bu işgal sonucunda, tüm aramalara rağmen hiçbir kimyasal madde bulunamadı.
 

Şimdi ise birkaç ülke haricinde bütün dünya, altı yıldır Suriye'de vekalet savaşlarını yönetiyor. Evleri başlarına yıkılıp öldürülenler, bu coğrafyanın insanları, kasalarını şişirenler ise Amerika ve Rusya silah fabrikalarındaki baronlar. Aslında kim ne derse desin bu vekalet savaşında emperyalist güçler iki defa karlı. Birincisi, kendi istemleri doğrultusunda ve ülkelerinin uzağında, kendi vatandaşlarının etkilenmediği bir savaşın Müslüman bir toplum içinde sürüyor olması. İkincisi ise, bu savaşta ihtiyaç duyulan silah ve mühimmatın kendi fabrikalarında üretiliyor olması? Oh! Ne ala!
Şimdi. Bu emperyalist devletlerin işgal ettikleri coğrafyalarda, savaş ortamında doğup dünyaya merhaba diyen o günün bebekleri bu gün yirmi, yirmi beş, otuz ve otuz beş yaşlarında. Emdiği sütün burnunda getirildiği, evleri başlarına yıkıldığı, anne babalarının vahşice öldürüldüğü, malları ve zenginlik kaynaklarının talan edildiği o günün bebekleri olan günümüzün gençleri : ''Hey coniler! İyi ki varsınız, iyi ki ana babalarımızı öldürdünüz, iyi ki ülkelerimizi talan ettiniz'' Mi? Desinler. Böyle bir beklentiye dünyanın, bilhassa bu emperyalist devletlerin hakkı var mı? Bu ülkeler, Ortadoğu denilen bu coğrafyada bu günün tohumunu, ta o günden ekti. Şimdi hasat mevsimi. Helal-i hoş olsun. Sen vakti zamanında terör üretim merkezini inşa edersen, olacağı budur. Duruma bakılırsa hiçbir çabanızın(!) Karşılıksız kalmadığı söylenebilir.

 

Şayet bu gün Amerika'da, Fransa'da Belçika'da bilmem nerede bombalar patlıyor, sivil insanlar ölüyorsa, bu durumun tek müsebbipleri öncelikle Birleşik Krallık, akabinde Amerika ve Rusya'dır. Bu ülkelerin dönüp kendilerine bakmaları gerekmez mi? Biz ne fena bir iş yapmışız demeleri gerekmez mi? Şu an tecelli eden olayların asıl failleri bizleriz demeleri gerekmez mi? Onlar demeseler de Allah biliyor. Sünnetullah şu an tıkırında işliyor.Bu günkü olaylara anlam veremeyenler, şu Hadisede sünnetullahın nasıl işlediğine bir baksınlar. 
 

''Bir gün Hz. Musa (a.s.) Allah'a yalvararak İlahî adaletin tecellisini gözüyle görmek ister.
 

Duasını kabul eden Cenab-ı Hak, Hz. Musa'ya:
"Falan sahradaki çeşmenin yanına git, bir tarafa gizlen, hikmet ve adaletimi seyret"
 buyurur.

 

Hz. Musa, sahraya varır, çeşmenin bulunduğu yerde bir ağacın arkasına gizlenir, beklemeye başlar. Sahranın bir ucundan genç bir atlı çeşmenin başına gelir. Atından iner, suyunu içer, koynundan bir kese altın çıkararak çeşmenin başına bırakır. Biraz dinlendikten sonra atına atlayarak yoluna devam eder fakat altın kesesini koyduğu yerden almayı unutur.


Biraz sonra suyun başına bir delikanlı gelir. Suyunu içip dinlendiği sırada çeşmenin yanında bir kese altın görür. Keseyi alır, oradan ayrılarak kaybolur. Yoluna koyulur.

Bir müddet sonra çeşme başına bu defa da kör bir adam gelir. Abdest alarak namaz kılar, yorgunluğunu çıkarmak için bir tarafa oturur. İşte tam bu sırada altın kesesini unutan genç gelir. Bıraktığı yerde keseyi görmeyince kör adama çıkışır.
 

"Altınlar nerede, ne yaptın" der ve keseyi adamın aldığını düşünerek onu sıkıştırır. Adam almadığına dair her ne kadar yemin ettiyse de inandıramaz.
 

Sonunda delikanlı belinden kılıcını sıyırdığı gibi kör adamın başını gövdesinden ayırır. Adamın üzerini ararsa da bir şey bulamaz ve çekilir, gider.
 

Hz. Musa, gördüğü ürkütücü manzara karşısında hayrete düşer. Olayların gerçek hikmetini öğrenmek için Allah'a duada bulunur:
 

Allah'ım der. "Azamet ve Kibriyan hakkı için beni bu hikmet ve ibretten  haberdar et."

O sırada Cenab-ı Hak, Hz. Cebrail'i gönderir. İlahî fermanı açıklamasını emreder. Olayların gerçek sebebini ve hikmetini Hz. Cebrail teker teker anlatır:
 

"Ya Musa gözlerinle görüp de bir mana veremediğin olayın hikmeti şudur: Çeşme başında altınları görüp de alan gencin babası, altını bırakan gencin babasının yanında birkaç sene işçi olarak çalışmıştı. Fakat haksızlık ederek ücretini vermemişti. Adam hakkını ne kadar istediyse de alamamıştı. İşini yaptıran adam bir Müslüman'a zulmederek hakkını zimmetine geçirdi. Öldükten sonra da işçinin hakkı olan para oğluna miras kaldı. İşte, çeşme başında gencin aldığı bir kese dolusu altın, babasının hakkı olup da alamadığı altın kadardı. Bu suretle Cenab-ı Hak seneler sonra hak sahibine hakkını vermiş oldu.
O kör adam ise gözleri varken, altınları çeşme başında unutan gencin babasını öldürmüştü. O zamanlar bu genç, çocuk yaştaydı. İşte babasının katilini öldürerek kısası yerine getirmiş oldu. Allah'ın takdiri de zaten bu şekildedir."

Böylece bir nesil sonra kaderin adaleti tecelli etmiş oldu. Zalim cezasını çekti, hak sahibi de hakkına kavuşmuş oldu.
 

Sünnetullah'ı hesaba katmayan insanların ve ülkelerin sonu hazin olur. Bu gün, gücün merkezinde olan ülkelerin, yarın acınacak bir duruma gelmeyeceklerini kim iddia edebilir? 

Al biraz da sen oyalan derse Cenabi Allah, itiraz eden olabilir mi?  

YORUM EKLE