ÇATIŞMA MI SAVAŞ MI?

 Sevgili okuryazarlar merhaba, bugün sizlerle Türkiye ile Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan arasında ki eskiye dayanan sorunları, bu nefretin bugünkü sorunlara taşınan Doğu Akdeniz krizini ve Türkiye’nin bu kriz karşısında ki tutumunu, nasıl bir yol sergilemesi gerektiğini ele alacağız.

Çoğumuzun bildiği üzere en son savaş olarak; TürkYunan savaşı 9 Eylül 1922 deki Yunanların denize dökülen savaş olarak biliriz ama onunla da sınırlı değildir oysa durum bildiğimiz gibi değil. 1960 Kurucu Antlaşması gereği, Kıbrıs’ın genelinde bine yakın Yunan askerler birlikleri, 300 e yakın Türk askerler birlikleri mevcuttu. 20 Temmuz 1974 sabahının ilk ışıklarında Lefkoşa-Girne arasında ki Gönyeli çevresini kontrol almak amacıyla Türk birliklerine ait hava savunma kuvvetlerinin savaş uçaklarını ve paraşütçülerini indirdiler. Bunu gören Yunan birlikleri alayının kapılarını sonuna kadar açıp askerlerini her tarafa savurdu. Buna karşılıksız kalmayan Türk birliği de kapılarını açtığı için 20 Temmuz 1974 Türk-Yunan çatışmasının yaşandığı tarih oldu. Bir diğer eski olaylarımızdan biri ise Kardak krizi; Ocak 1996’da Yunanistan ile Türkiye arasında Türk kargo gemisinin Kardak Kayalıklarında karaya oturması neticesinde Türk ve Yunan kurtarma bot ekiplerinin arasında çıkan anlaşmazlıktan ötürü hezeyana uğrayan diplomatik ve askeri bir sürtüşmedir, krizdir. Bu iki ülke savaş eşiğine gelmiştir. Bu olayın iç yüzünde ise adanın belediye başkanı ve o adanın papazı ile doğudaki kayalıklara Yunan bayrağı dikip Yunan marşını okudu. Dönemin Türkiye dış ilişkilerden sorumlu çalışanlar Yunanistan’a çeşitli notalar göndererek o kayalıkların Türkiye Cumhuriyeti sınırı içerisinde yer aldığını belirterek bir diplomatik krizin alt zeminini oluşturmuştur.

Ben, Doğu Akdeniz sorununun en ateşleyici en net nedeni olarak ise Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin çok fazla bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Şuan ki Doğu Akdeniz sorunun geçmiş çatışmaların sonucu oluştuğunu ve geçmiş dönemlerde anlaşamadıklarından dolaylı olarak dayandığını hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin meydan verdiği sondaj gemilerini Doğu Akdeniz’e petrol ve en çokta gelecek yüzyılın en değerli ihtiyaç maddesi olan doğalgaz arama faaliyetleri için göndermesi ve Libya ile anlaşmaya varılan, imzalanan mutabakatla beraberinde dile getirdiğimiz Doğu Akdeniz meselesi açık bir şekilde dile getirilmiştir. Türkiye (Ankara’nın) attığı bu adımın öncesinde de Doğu Akdeniz birden fazla sorunun yaşandığı bir bölge idi. Dediğimiz gibi Kıbrıs sorunu başında geliyor bu sorunlar arasında. Mesela Mısırın iç işleri, İsrail - Filistin arasında ki çatışma, Ürdün Lübnan iç karışıklıklar, Suriye iç savaşı gibi. Doğal olarak bu saydığım sorun yaşayan ülkeler de Doğu Akdeniz de hak ihya ediyorlar. Bakmayın bu saydığım olayların içinde parmağı olanların Kıbrıs sorununda parmağı var. Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İran, Rusya gibi büyük devletlerde Doğu Akdeniz de sınırı olmasa dahi parmağını sokup ortalığı karıştırıp bölgeye ve ekonomik çıkarlara sahip olmak istiyorlar. Türkiye’nin bu bölgedeki rolü ne ve Türkiye bölgede kendini nasıl görmekte?

Geçtiğimiz haftalarda devletimizin en üst kademelerinde ve muhalefetten; Türkiye’nin bir bölgesel güç olduğunu, eski Türkiye’nin olmadığını, kendi hakkını istediğini ve kimsenin hakkında gözü olmadığını aktardı ama bu unsurda en önemli olgu; Türkiye’nin Birleşik Arap Emirliklerine güvenmemesi gerektiğinin farkında olması ki eğer bu olgusunu kabullendirdiğini düşündükten sonra İslami bir dost zannedip Birleşik Arap Emirlikleri arkasına aldığını düşünürse, Türkiye emin olsun ki sırtında ki ilk ihanet hançerini Birleşik Arap Emirliklerinden yiyecektir. Türkiye kendi hakkında vazgeçer mi ya da vazgeçirtilir mi? Bu soruların cevabını şimdiden söylemek tabi zor ama lakin üç unsur mevcuttur bunların birincisi; İngiltere, Amerika, İsrail bu hazineye el basmaya yeltenecek ve işi oldubittiye getirecek. İkinci unsur; Türkiye, herkesi karşısına alacak ve başkaldırışından ötürü ekonomik yaptırımlara karşın dik duruş sergileyecek ve hakkını sonuna kadar savunup koruyacak. Üçüncü unsur ise; Başka oluşumlar tarafının Türkiye’ye sunulan mavi vatana rıza gösterecektir. Türkiye’nin kendine ait hakkından vazgeçeceğini pek sanmıyorum ki nedenini sorarsanız ekonomi çok zor durumdayken zamansız gelen bir hazine bu doğal gaz, kurtarıcı rolüne bürünebilir. Birkaç senedir zor ekonomik şartlara alışan Türkiye halkı gelecek ekonomik yaptırımlara karşın direnç gösterebilir. Türkiye bu sürtüşmeyi savaşa götürür mü yoksa çatışma da kalıp bir sonuca mı bağlar. Benim naçizane düşüncem Türkiye korkusu olmayan ve diğer dünya ülkelerince cesur olarak bilinen bir devlet konumunda, askeri güç olarak ve teknolojik kuvvet olarak da bayağı bir ilerleme kat eden Türkiye, gerektiği yerde gerekeni yapacağından bir şüphemiz yo. Belki yanılıyor da olabilirim. Net sonucu ve senaryoların doğruluğunu bunu hepimiz ilerleyen günlerde şahit olacağız.

YORUM EKLE