ABD ile Yapılan Görüşmeler ve Ticari Anlaşmalar Üzerine Düşünceler

ABD ile müttefiki İsrail’in Filistin’e yönelik saldırıları, tüm insanlığın vicdanını derinden sarsmıştır. Bu olayların dünya kamuoyunda ciddi bir infiale yol açtığı bir dönemde, bazı Müslüman ülkelerin ABD ile ekonomik ilişkilerini sürdürmeleri ve ticari anlaşmalar yapmaları, geniş kesimlerin dikkatini çekmektedir. Türkiye’nin bu süreçte ABD’den yolcu uçağı alımı için anlaşma yapması da bu çerçevede tartışılmaktadır.

Yapılan yolcu uçağı alım anlaşması, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve stratejik boyutları olan bir konudur. Bu uçaklar için ayrılacak büyük miktarda bütçe, yerli sivil havacılık sanayisinin geliştirilmesi için kullanılabilir miydi sorusu akla gelmektedir. Türkiye, geçmişte savunma sanayisinde olduğu gibi sivil havacılık alanında da üretim ve teknoloji geliştirme konusunda önemli adımlar atabilecek potansiyele sahiptir.

Bu noktada tarihsel tecrübeler de önemlidir. Örneğin, Türk havacılık tarihinde öncü isimlerden biri olan Nuri Demirağ, sivil uçak üretimi gerçekleştirmiş ancak dönemin siyasi tercihleri nedeniyle önü kesilmiştir. Bugün benzer bir durumun tekrar yaşanmaması için, yerli girişimlerin önünün açılması ve desteklenmesi gerekmektedir. Bu tür büyük alımların dışarıdan yapılması, yerli sanayinin gelişimini yavaşlatmakta ve uzun vadede ekonomik bağımlılığı artırmaktadır.

Ayrıca, ABD ile yapılan bu tür anlaşmalarda geçmişte yaşanan güven sorunları unutulmamalıdır. Daha önce savunma sanayi alanındaki F-35 programında yaşandığı gibi, siyasi gerekçelerle Türkiye’nin program dışı bırakılması ve ödenen bedelin iade edilmemesi gibi olumsuz örnekler mevcuttur. Sivil havacılık alanında da benzer durumlarla karşılaşma riski göz ardı edilmemelidir. Özellikle uçakların bakım, yedek parça, yazılım güncellemeleri ve servis süreçlerinde tam bağımsızlık sağlanamaması, kritik bir sorundur.

Filistin’de yaşanan insani kriz karşısında, ABD’nin İsrail’e verdiği destek açıkça ortadadır. Bu bağlamda Türkiye’nin aynı dönemde ABD ile önemli bir ticari anlaşma imzalaması, kamuoyunda tepkilere neden olmakta ve ahlaki bir çelişki olarak değerlendirilmektedir. Eğer bu ticari ilişki, stratejik ve diplomatik bir hamle olarak planlanmışsa, bunun şeffaf biçimde kamuoyuna açıklanması gerekmektedir.

Tüm bu çerçevede, Türkiye'nin kendi havacılık sanayisini kurması ve geliştirmesi artık bir tercih değil, zorunluluktur. Selçuk Bayraktar gibi isimler, bu yöndeki vizyonun ve başarının simgeleridir. Ancak bu çabalar yalnızca savunma sanayisiyle sınırlı kalmamalı; sivil havacılık da aynı şekilde desteklenmelidir. Çünkü tam bağımsızlık, sadece silahla değil; ekonomi, teknoloji ve ulaştırma alanlarında da kendi ayakları üzerinde durmakla mümkündür.

Sonuç olarak; ABD ile yapılan bu tür ticari anlaşmalar, Türkiye'nin menfaatine gerçekten hizmet ediyorsa elbette değerlendirilebilir. Ancak, geçmiş deneyimler ve günümüz jeopolitik koşulları göz önünde bulundurularak, uzun vadeli etkileri titizlikle analiz edilmelidir. Aksi takdirde, bu tür tercihler yalnızca ekonomik değil; siyasi ve toplumsal düzeyde de bedeller doğurabilir. Yerli üretim ve milli teknolojiye yatırım yapmak, hem stratejik bağımsızlığın hem de ulusal onurun temel taşıdır.

YORUM EKLE